Evliliklerde güç güçsüzlük üzerine kadın ve erkeğe dayatılan toplumsal cinsiyet rollerini benimseyip benimsememek bugün hala ilişkilerin şekillenmesinde büyük rol oynuyor. İlişkiyi vareden olabiliyor bazen de yokediyor. Günümüzde çağdaş kadın iş hayatında diretilen toplumsal cinsiyet rollerine karşı olan zorlu sürecini bir miktar aşmış gibi görünüyor. Ama ya evlerde ikili ilişkilerde durum ne ve nasıl evrilecek? Güçler ve haklar dengesi kolayca oturtulabilecek mi? Rekabetin güç birliğine dönüşmesinin önündeki engeller neler? Galiba soruların cevabı kadın ve erkeğin tarihsel evrilme süreçlerinde saklı. Kolektif bilinçdışımız her şeyi kodluyor çağdaş belleklerimize... İlkçağ insanının işbölümü erkeğin avlanarak hayatta kalmayı sağlaması, kadının mağarada karnında yeni bir hayat yaratıp onu besleme çabasıyla sınırlıydı. Tarımın keşfiyle birlikte kadın toplayıcılık görevini de üstlendi, ama tıpkı işlediği toprak ana gibi yine bereketin simgesi, yine yaratıcı, yine kutsanan, yine tanrıçaydı. Bir başka deyişle anaerkil anatanrıça döneminde kadın, cinsiyetinin “içgüdüsel olarak yaratan ve besleyen olma” özelliğini koruyarak egemen oldu. Sonrasında toplumsallaşma süreci ve ataerkil dönem; Kadının aşağılanarak, küçültülmesi, toplumsal ve dini baskılar... Çok sonra 1960’lı yıllarda başlayan kadın hareketi ile kadın her alanda erkeklerle eşit haklara sahip olma çabasına girişti. 21. yüzyılda çağdaş kadının bu alandaki uğraşısı sürüyor. Artık kadın babanelerimizin “kader” olarak kabul ettiği sosyal süreçlere karşı duruyor, “akıl” yoluyla da yaratan olmak istiyor. Belki de yıllar süren erkek egemenliğine de bir başkaldırı bu, “eşit olarak efendi olma” talebi.
Erkekler mi? Onlar da “hayali efendi kadın”ı tehdit olarak algılıyorlar. Tarihin eski çağlarında üremedeki rolleri belirsiz kaldı, biyolojik olarak yaratabilen kadına tapındılar bir süre. 21. yüzyılda ise annelerine hiç benzemeyen, az doğuran, beslemeyen, affetmeyen, öne geçmeye çalışan “ben de..” diyen kadın karşısında şaşkınlar. Geleneksel bakışla “erkek adam” olarak, en güçlü olma telkinleriyle, en iyiyi başaran olmak koduyla yetiştirilmişler, büyükdedeleri de öyleymiş. Sıradan işler kadın rolüyle özdeşleştirilmiş. Erkek yemek yapmaz, çocuk bakmaz, o avlanır, avıyla takdir edilir, yaşamak için “para”lanır. Avlanma ve “para”lanma konusunda erkekler arasında rekabet bile yeterince yorucuyken bir de güçlenen çağdaş kadınla başa çıkmak. İşte, evde, siyasette, sosyal hayatta çağdaş, güçlü herhangi bir kadın eş ya da sevgili kadınla rekabet..
Hadi şimdi bu yüklü tarihsel öykülerle kadın ve erkeği eş, sevgili, partner yapın. Hem de kadın sevgili ya da eş olan erkeğin adımlarca önünde olsun meziyetleriyle, daha bir çağdaş, daha bir bilgili olsun diğer kadın ve erkeklerden. Elle gelen düğün bayram, kadın heryerde güçlendi tamam da. “Benim sevgilim niye benden daha….” Güç, başarı her dönem peşinden gidilesi meziyetler. Birlikteliklerdeki güç dengesi dengesizliği hep tartışılan konular. Kolektif bilinçdışı erkekleri ve onu yetiştirmiş olan aileyi kuşatmış durumda. Dolayısıyla erkeğin “daha çok güç” arayışı daha çok geleneksel bakış açısının öğrettiği gibi görünüyor, biraz da içgüdüsel. Ama güdü denetlenebilir, ertelenebilir, tekrar değerlendirilip yarar zarar oranı tartılabilir türden. Güç savaşını bırakıp zaten yeterince zorlu olan dünyayla, kadın erkek gönül gönüle başa çıkmaya çalışmak daha akılcı değil mi? Sevginin gücü birlikteliklere yetemiyor mu? Güç savaşında birbirimize güç katan olamaz mıyız? Sevgilimiz ya da eşimizin yanımızdakinin, bizim seçtiğimizin, bizi seçenin donanımıyla daha bir değer olmaz mıyız.?